İnternetin bulunuşu veya Türkiyeye gelişi benim çocukluğuma denk geliyor. Babam da bilgisayar ilk çıktığında binlerce dolar ödeyenlerden. 1997 de üçüncü kez bilgisayar almıştı. Aldığı ilk masaüstü bilgisayardı. Ondan öncekiler Dell ve Macbook laptoplardı sırasıyla. Gerçi bunları yaşandığı zamanlar pek net hatırlayamıyorum ama daha 5 6 yaşındayken ilk e-posta hesabımı almıştı bana. isim_soyisim@hotmail şeklindeydi. Paintten resim çizip bilgisayarın eğlenceli yönünü keşfettiğimi hatırlıyorum bir de. Ondan sonra yahoo ve mynet ten de mail adresleri aldım. Pokemondan kahramanımız 'ash' bu mail adresimde yer edinmişti. 7-8 yaşında birinden isim soyisim şeklinde adres almasını beklemek hayal olurdu zaten. O 97 de alınan bilgisayarı 7 yıl daha kullandık gerçi. Maddi durumlar sebebiyle yenileme imkanı olmadı. Msn'i sık kullanmaya başladım ama o bilgisayarda oyun oynamak gerçekçi bir istek değildi. Fifa 99 ve Need For Speed 2 anca çalışıyordu. En az sistem gerektiren oyunlardan Championship Manager 4'ü yüklemiştim yüklemesine ama bir sezonu bitirmeye bile dayanamadım. 2004 den bu yana yaklaşık olarak yılda bir laptop alıyoruz. Gerçi benim oyun hevesim kalmadı bu sırada. Bu ihtiyacımı gerek internet gerek playstation kafelerde giderdim. Icq ve benzeri chat siteleri hiç ilgimi çekmedi açıkçası Facebook da ilk çıktığında çekmemişti. Uzun yıllar direnip 2008 de sıkıntıdan açtım Facebook hesabımı. Hala da sevmem gerçi. Vakit geçirmek için günde bir kere gezinirim anca. Benim için internetin anlamı 2011 de açtığım twitterla değişti. İlk zamanlarında twittera da karşıydım. Saçma ve gereksiz geliyordu. Fakat şimdi günde saatlerimi twitterda geçirdiğim oluyor. Tanımadığım insanların yazdığını okumakla yetinmiyor, hiçbirini tanımadığım arkadaş gruplarının muhabbetleriyle eğleniyorum. Tabii ki ilgimi çeken muhabbet konularında. Özellikle futbolla ilgili başka hiçbir yerde bulamayacağımız harika muhabbetler nam-ı diğer goygoylar dönüyor. İlk olarak açma amacım gündemi takip etmekti şimdi neredeyse hiç umrumda değil takip ettiğim 2-3 haber sitesinin twitlerine göz gezdirip linki bile açmadan geçiyorum. Haber siteleri ve uygulamalarına girmeyi de bıraktım telefonumdan. Bu arada twitterin en güzel takip edildiği yer telefon. Bilgisayardan girince o kadar eğlenceli olmuyor. Foursquarede de geçen sene hesap açtım. İlk hafta her yerde her sokakta check in yapıp 300 gibi bir puana ulaştım ondan beri çok nadir kullanıyorum. Hatta geçen gün bir check inime 20 puam verdi ama yine de geri dönmedim. İki üç ay önce vizelere çalışırken ekşisözlük okurken birden yazmaya karar verdim. Bu heves daha çaylaklığı aşacak kadar bile twit atmadan bitti. Belki bir gün geri dönerim.
Blog açma fikri ise son bir kaç yıldır kafamdaydı. Bir kaç aydır da ciddi olarak düşünüyordum isim bulmak sıkıntı oldu. İsmimin baş harflerinden başka nickim olmadığı için yeni bir şey aradım. En sevdiğim futbolcu yazar ismim oldu. En çok sıkıntı çektiğim problem zeki olarak tanımlanmak ve her şeyde mükemmele ulaşmamın beklenmesi de adres ve başlık oldu. Bu ilk yazımda da kısaca yazma amacımı yazacaklarımı kısaca anlatmak istemiştim çok saptım. Gerçi bu blog genelde muhtemelen böyle olacak. Sevdiğim yazı, video, resim ve müzikleri paylaşıp arada da yazılar yazıp kurtlarımı dökmeyi planlıyorum.
Not : İngilizce afili cümle kurmaktan hiç hoşlanmam hatta ingilizcem gayet iyi olmasına rağmen kuramam da. Fakat başlık ve blog adresim ingilizce oldu ama Türkçede de güzel cümle kurmak veya güzel bir adres bulmak çok zor. Bazıları zeki olduğumu söyler güzel bir blog ismi olmazdı zaten çok uzun. Başlığın ise tercümesi zaten çok saçma.
Not 2 : Bu kadar uzun yazıyı kimse okumaz. Ben bile dönüp bakmam muhtemelen ama hoşuma gitti bu blog fikri. Kim olduğumu belirtmeden kim olduğunu bilmeyeceğin insanlara kendini, dertlerini anlatmak sevdiklerini paylaşmak. Hayırlı olsun blogum.
Güzel yazmışsınız. takipteyim bundan sonra. güzel yazılarını bekliyorum...
YanıtlaSilteşekkür ederim
Sil